Sokrates’in Nedensellik Sorunu ve Sorunun Güncelliği
Platon’un yazdığı Phaidon (veya ruh hakkında) diyalogunda Sokrates, idamı beklerken hücresinde dostları Simmias ve Kebes’e ruhun ebedi oluşunu, ruhun ölmeyeceğini kanıtlamaya çalışır. Simmias’a göre ruh, bedenin sıcaklık-soğukluk, kuruluk-yaşlık gibi birçok miktar uyumunun, bir armoninin varlığıdır ve bedenin ölümüyle bu uyum bozulacağı için ruhun öleceğinden kuşkuludur. Kebes ise ruhun içinde bulunduğu bedenden önce de var olup o bedenden önce öğrendiklerini bu bedende edindiği bilgiler sayesinde anımsayarak öğrenmeyi sürdürdüğünü kabul etse de, herhangi beden ölümünün ruh için de nihai bir ölüm olabileceğinden kuşkuludur. Kebes’e göre ruhun sahip olduğu bedenden önce de var olması, ruhun ebedi olacağına dair bir kanıt değildir.
Armoninin daha az armoni veya daha çok armoni olamayacağını, armoninin doğası gereği bir uyum olduğu, bu sebeple bir uyum olarak ruhun da bozularak daha az ruh olamayacağını, böylelikle ruhun ölmeyeceğini anlatarak Simmias’ı; ruhun ancak mutlak ve iyi bir şey olduğunu söyleyip Sokratesçi ereksellik ile Platoncu ideal iyinin (Platon’un büyük varsayımı olarak da geçer) bir nevi birleştirip ruhun ölümsüzlüğünü anlatarak Kebes’i ikna ettiği görülür.
Diyalogda ilginç olan ve hala Sokrates’i güncel yapabilen konu şöyledir: Sokrates Kebes’i ikna etmeye başlarken olayların nedenselliğini çok düşündüğünü, doğa filozoflarını okuduğunu anlatır. Bunların çoğu olayları veya varlığı ateş, su, ether, atom gibi nesnelere indirgerler ve bu açıklamalar Sokrates’i tatmin etmez. Sokrates’in şüpheci neden soruları kayda değerdir:
“Zeus aşkına, böyle şeylerin nedenlerini bilmek konusunda kendimi çok yetersiz görüyorum. Bire bir eklediğimizde, bire bir katıldığı için mi birken iki olduğunu, yoksa baştaki bir ile ona eklenen birin toplama işlemi sayesinde mi iki olduklarını bile kendi kendime anlatamıyorum. Ayrı ayrı var oldukları zaman, her biri birdi ve daha ikiyi oluşturmuyorlardı, ancak karşılıklı olarak birbirlerine yaklaştıklarında, bir araya gelmeleri ikiyi oluşturmalarının nedeni oldu….”
Bu akıl yürütmenin benzeri, Euthyphron (veya dindarlık üzerine) diyalogunda da karşımıza çıkar. Sokrates, babasının ihmalkârlığı yüzünden bir işçisinin ölümüne neden olduğu için babasını mahkemeye veren Euthyphron ile tartışır ve dindar davranış üzerine şu soruyu sorar: “Acaba bir davranışı dindarca olduğu için mi tanrılar sever yoksa o davranışı tanrılar sevdiği için mi dindar davranıştır?”
Sokrates bu sorularından sonra Anaksagoras’ı keşfettiğini, ondaki varlığın nedeninin diğer doğa filozoflarındaki gibi basit olmayıp varlığın nedeninin nous (akıl, zihin, düşünce) olduğunu görür ve heyecanla kitaplarını okumaya başlar. Yer düz mü yoksa yuvarlak mı, yuvarlaksa neden yuvarlak olması gerektiği için öyle olmuş gibi tüm soruların cevabını bulmayı ümit eder ancak hayal kırıklığına uğrar. Anaksagoras varlığın bir nevi başlama sebebini nous olarak görse de o da diğer doğa filozofları gibi mekanik açıklamalara gider. Sokrates’e göre bu akıl yürütme, onun hapiste olmasının sebebinin kilitli kapıdan geçemeyecek olması, dostlarıyla oturuyor olmasının nedeni et ve kemikten oluşan bacaklarını diz ekleminden büküp ağırlığını oturduğu yere vermesi gibi faydasız açıklamalar gibidir. Açıkça bellidir ki Sokrates’in hapiste olmasının nedeni, Atina’nın idam kararının doğru ve iyi olduğuna karar vermesi, Sokrates’in de hapisten kaçmayışının nedeni ise kendi ahlak sistemine uyumlu olarak davranmasının gerektiği, bunun en iyi olduğudur. Bu en iyi, ereğe en uygun şey, nedenin aslıdır fikri de Platon’un büyük varsayımının ve idealar kuramının temelini oluşturacaktır.
Bahsettiğimiz problemi günümüzde güncel yapan durum ise modern bilimin hala Sokrates’in tatmin olabileceği şekilde nedensellik açıklamalarında bulunmamasıdır. Bilimsel yöntem, doğası gereği doğayı mekanik bir sistem olarak görür ve doğadaki olgulara açıklamalar getirir. Bu açıklamalar başarılı olduğu durumda doğa yasaları, teoriler ve formüller ortaya konur. Ancak bir cismin yerçekiminde yere doğru düşmesi olayını detaylandırarak açıklarken, cismin neden düştüğü sorusuna cevabı fizik kanunlarının o şekilde işlemesi olacaktır. Benzer şekilde yeryüzündeki canlıların neden böyle olduğu en başarılı şekilde evrim teorisi ile açıklanırken neden canlılığın var olduğu sorusuna cevabı yoktur. Canlılığın dünyaya bir meteor ile geldiğini kanıtlandığını varsayalım, yine de Sokrates’in merak ettiği türden bir neden sorusuna cevap olmayacak, ancak doğadaki canlı olgusuna dair mekanik bir açıklama daha getirmiş olacaktır. İşte bu yüzden yalnız bilimle bir dünya görüşü inşa edilememektedir, bilimden faydalanılarak bir dünya görüşü inşa edilebilir. Neyin niçin iyi, niçin öyle olması gerektiği sorunlarına (büyük bir örneği olarak ahlak alanı gelir) ya din ile ya da felsefe ile yanıtlar getiriyoruz. Bunlardan da hangisinin önemini yitirdiği açıktır.